Browse Category

Genel

Bilgi Güvenliğine Önem Verilmeli

Türkiye, bilişim alanında giderek artan bir ivme ile zirveye gidiyor. Her geçen gün artan yazılım şirketleri ve ortaya koydukları ürünleride bunların bir kanıtı…

Bu artış yanında bir takım riskleri de getiriyor. Sözünü etmeye çalıştığım durum artık veri hırsızlığının artabileceği… Teknolojiyi bu kadar hızlı öğrenen bir milletten daima bunu iyi yönde kullanacak bireylerin çıkmasını ummak fazla hayalperestlik olur.

Yukarıda bahsedilen durumun en belirgin örneği Çin’de yaşandı Çin dünyada bu yönüyle artık ilk sıralarda yer alıyor.

Geçenlerde web güvenliği ve filtreleme alanında dünyada önder kurumlardan biri olan websense CEO’su İstanbul’a gelerek bu konuyla ilgili bir kaç kelam etti. Bu tür durumların gelişen ekonomi ve teknolojilerde giderek arrtığını vurguladı… Ne yazık ki bu durum sadece büyük değil orta ölçekli kurumları da tehdit eder hale geliyor. Daha önce bu konuda sorun yaşamamış firmalar bu alanda yatırım yapmayı pek önemsemese de bir gün keşke dememek için ilgili alanlara yatırımın geciktirilmemesi gerekiyor.

Bazı firmalar bilgi güvenlikleri için bilgisayarlarında USB diskler ile bilgi taşınmasını önlemek için yeni sistemler bile kuruyorlar.

Bilgi güvenliğini sağlarken en çok dikkat edilmesi gerektiren nokta paranoyaklık ve ile gevşeklik arasındaki dengenin yakalanmasıdır

Sayısal Uçurum Araştırması

Birleşmiş Milletler Örgütü’nün bilgi ve iletişim teknolojileri ajansı olan Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) tarafından yürütülen bir araştırmada zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki sayısal uçurumun tahmin edilenden daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Sayısal uçurumun kapanması amacı ile 2005 yılında Tunus’ta yapılan Birleşmiş Milletlerin düzenlediği Dünya Bilgi Toplumu Zirve toplantısında alınan karar gereğince uygulamaya konulan “Dünyayı Bağla” projesi kapsamında şimdiye dek atılan adımlardan olumlu sonuçlar alınmaya başlandığı görülüyor.

Dünyaca tanınmış büyük firmaların yanı sıra Birleşmiş Milletlerin, Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerinin, sivil toplum örgütlerinin desteğiyle yaklaşık 1 milyar kişinin bilgi ve telekomünikasyon bağlantısının yapılması çalışmaları kesintisiz sürüyor.

2015 yılında tüm dünya insanlarının bağlanması öngörülen “Dünyayı Bağla” projesinde öncelik özellikle telefon hizmetlerinden, televizyon ve radyo gibi temel bilgi kaynaklarından yoksun yüzbinlerce köye veriliyor.

“Dünyayı Bağla” projesine katkıda bulunan hükümetlerin, şirketlerin sayıları gün geçtikçe büyürken 20’den fazla ülkenin merkez bankalarının  uzmanları, mikrofinans kuruluşları da bu projenin finansal hizmetlerinin yerine getirilmesi için ortak çalışmalar yapıyorlar. Nobel ödülü sahibi Dr. Muhammed Yunus’un kurduğu Grameen adlı bir mikro kredi kuruluşu da proje kapsamındaki bölgelere sağladığı kredilerle bu girişimin büyük destekçisi oluyor.

ITU’nun dünyaca tanınmış büyük firmalar ve Avrupa Komisyonu desteği ile açtığı Internet Eğitim Merkezleri mezunları bu mikro krediler ile BT alanında kendi işyerlerini kurarak geri kalmış ülkelerde girişimciliğin yayılmasına katkıda bulunuyorlar.

Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin yaptığı bu araştırmadan elde edilen sayısal uçurumla ilgili veriler temel başlıklar halinde şöyle sıralanabilir:

Her 100 Afrikalıdan dördünden daha azı, ABD, Kanada, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya’dan oluşan G8 Grubu ülkelerinde yaşayanlardan her iki kişiden biri Internet kullanıyor.

G8 ülkelerinin nüfusu dünya nüfusunun yüzde 15’i olmasına karşın bu ülkelerde Internet kullananların sayıları dünyada Internet kullananların yüzde 45’ini oluşturuyor.

2004-05 büyüme oranına göre 2010 yılında gelişmekte olan ülkelerdeki nüfusun yüzde 25’inden azının çevrimiçinde olacağı beklenirken bu oran daha 2005 yılında gelişmiş ülkelerde yüzde 55’e ulaştı.

Dünyadaki köylerin yüzde 30’una doğru dürüst telefon hizmetlerinin ulaşamadığı hesaplanıyor.

Afrika’da kurulu 27 milyon sabit telefon hatlarının yüzde 79’u bu kıtadaki 54 ülkenin sadece altısında bulunuyor.

Yüksek gelirli ülkelerde nüfusun yüzde 13’ü genişbanda erişirken, gelişmekte olan ülkelerde bu oran sıfıra yakın.

30 ülkenin bazılarının toplam nüfusu tek bir 10 Mbps uluslararası bağlantıdan yararlanırken, zengin ülkelerde tüketiciler kendi kişisel 10 Mbps bağlantılarını çok uygun fiyatlarla satın alabiliyorlar.

BTHABER

Şeytan Bu Kez Sağdan Yaklaşıyor

Aşağıdaki yazı Genç Sivilller taifesinden alıntıdır zihinlerine ve kalemlerine sağlık

Genç Siviller Hala Rahatsız!

Her şey birkaç ay önce başladı.

Önce, mitingler yapıldı, halk böyle istiyor mistifikasyonu yaratılmaya çalışıldı.

Sonra emekli hukukçuları, askerleri, politikacıları naftalin kokulu sandıklardan çıkardılar, bilirkişi diye önümüze koydular.

Koskoca hakimler 367 saçmalığını gözümüzün içine baka baka onayladı.

‘Yok artık bu devirde olmaz’ denen oldu, bir gece yarısı asker muhtıra verdi.

Düdük çaldı, köşelerin en mert ve yetkin diye bilinen kalemleri, güya solda fikirsel temellerini kuranlar biranda özköklerine döndüler ve bila istisna bu sürecin coşkun ve yılmaz savunucuları oldular.

Ve sonunda beyinlerimiz üzerinde verdikleri iktidar mücadelesinin meyvelerini alma mevsimi geldi, önümüze sandık kondu.

Daha önce de yaptığımız gibi, tüm gündelik eleştirilerimizi, normal şartlar altında geçerli olan siyasal farklılıklarımızı bir kenara kaldırdık ve şapkadan tavşan çıkardık.

Hesapları tutmayan toplum mühendisleri hiç üzerlerine alınmadılar, halkın ahmaklığından hatta ihanetinden dem vurdular, faturayı birkaç siyasetçiye kestiler. Ayağa kalkıp üzerilerindeki tozları silkelediler ve hiçbir şey olmamış gibi “nerde kalmıştık?” diyerek yeni taktikler geliştirmeye koyuldular.

Daha önce zorlayarak, ürküterek, tehdit ederek yapamadıklarını, bugün uzlaşma, fedakârlık, kardeşlik, şövalyelik gibi değerlerle yapmaya çalışıyorlar.

Yani şeytan bu kez sağdan yaklaşıyor.

Her fırsatta “Çağlayan’a kulak ver, Tandoğan’a bak, Gündoğdu Meydanı’nı gör” diyerek uzlaşma adı altında kendi gündemini dayatanlara, 22 Temmuz’da Çağlayan’da, Tandoğan’da, Gündoğdu’da toplanan kalabalığı saymalarını öneriyoruz.

Hem de bu kez Google Earth’den değil, göz kararı da değil, Yüksek Seçim Kurulu web sayfasından.

Bu sayılar arasındaki milyonlarca farkı görüp, bu kez siz uzlaşmaya ne dersiniz?

Abdullah Gül, Sezer’den çok daha tarafsız, çok daha güler yüzlü, çok daha hoşgörülü bir cumhurbaşkanı olacaktır.

Gelin siz bir fedakarlık yapın ve Abdullah Gül üzerinde uzlaşın.

Yine de içine sinmeyenlere denilebilecek tek söz kalıyor:

“Biz 7 yıl Sezer’e katlandık, siz de 7 yıl Abdullah Gül’e katlanın.”

Abdullah Gül, her an geri adım atacak kadar inançsız sağcı idare-i maslahatçılık ile sırtını askeri vesayete dayamış totaliter bir uzlaşma söylemi arasında sıkıştırılmış durumda.

AKP kurmayları bilmelidir ki; savcıyla, dergiyle, 301’le doymayan bu demokrasi öğütücüsüne bir Abdullah Gül’ü feda etmek sadece onun daha fazla  iştahını kabartacaktır.

Genç Siviller olarak; Abdullah Gül aday olamazsa çatışma çıkar diyemiyoruz, çünkü elimizde silah yok.

Abdullah Gül aday olmazsa kargaşa çıkar diyemiyoruz, çünkü emrimizde gazetelerimiz, televizyonlarımız yok.

Abdullah Gül aday olamazsa kriz çıkar diyemiyoruz, çünkü devletin en kudretli mevkilerinde adamlarımız yok.

Genç siviller olarak ancak şunu söyleyebiliyoruz: Abdullah Gül aday olamazsa, vicdanımız sızlar, demokrasimiz bir yara daha alır.

1961’de başına silah dayanıp, yurtdışına kaçmak zorunda bırakılan Ali Fuad Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığı gibi ileride utanarak anlatacağımız bir hikâyemiz daha olur

SP3 Çıktı

Widows XP Service Pack 3 çıktı. Şu anda beta testi aşamasında olan paket yakında son kullanıcılara sunulacak yamalı bohçaya dönen windowsumuzu bir kez daha yamayacağız.

Paket sayesinde her kurulumun ardından sayıları yaklaşık 150 olan güncelleştirmeleri yüklemekten kurtulacağız gibi görünüyor. Böylece windowsumuzu biraz daha güvenli ( :b ) hale getirebileceğiz. Paketin getirdiği yenilikleri öğrenince burada daha sonra paylaşırım şimdilik bu kadar demeden önce aklıma takılan bir konuyu sizlere de iletmek istiyorum. Acaba bu yeni paket korsan kopyalara da kurulabilecek mi? 

Nereden Nereye

Aşağıda alıntı yaptığım yazı bana mail yoluyla ulaştı ve paylaşmak istedim. Gerçekten de bunların bir zamanlar mümkün olduğu masal gibi bir devletimizin olduğunu düşünmek insanı gururlandırıyor. Ecdad nur içinde yatsın… Herkesin birbirine hoşgörüyle yaklaştığı ve farklılıkların sindirilmeye çalışılıp korkuyla yaşandığı bir dünya yerine beraber yaşayabilmek için tahammülün gerekliliğini idrak edebilmiş ve bunu toplum hayatına yansıtabilmiş bir yeryüzü dileğiyle…

FAZİLETLİYDİK:

Kimsenin malına, mülküne göz dikmezdik. Kimsenin namusuna yan  bakmazdık. Hırsızlık nedir bilmez, dilenciliği meslek edinmez, kimseyi de  küçümsemezdik.
Dürüsttük: Bir zamanlar, Londra Ticaret Odası’nın en görünür yerinde şu mealde bir tavsiye levhası asılıydı: “Türklerle alışveriş et, yanılmazsın.”

İTİBARLIYDIK:

Bir zamanlar, Hollanda Ticaret Odası’nın toplantılarında oylar  eşit çıkınca, Osmanlılarla alışverişi olan tüccarın oyu iki sayılır, onun  dediği olurdu.

TEMİZDİK:

Yere bile tükürmezdik. Hatta, Osmanlı askeri teşkilatını Avrupa’ya  tanıtmasıyla meşhur Comte de Marsigil, yere tükürmedikleri için atalarımızı  şöyle eleştiriyor: “Türkler hiçbir zaman yere tükürmezler.
Daima yutkunurlar. Bunun için de saçlarında sakallarında bir hararet olur ve zamanla saçları, kaşları, sakalları dökülür.”

ÇEVRECİYDİK:

Kurak günlerde ücretle adamlar tutup sokaktaki ulu ağaçları sulatır, göçmen kuşların yorgunluk atması için, saçak altlarına kuş sarayları yapardık. Bunlara öyle çok örnek var ki, saymakla bitmez.

HARAMA EL SÜRMEZDİK:

Fransız müellif Motray, 1700’lerdeki halimizi şöyle anlatıyor: “Türk dükkânlarında hiçbir zaman tek meteliğim kaybolmamıştır. Ne  zaman bir şey unutsam, hiç tanımadığım dükkâncılar, arkamdan adam koşturmuşlar, hatta birkaç kere Beyoğlu’ndaki ikametgâhıma kadar gelmişlerdir.”

MEDENİ İDİK:
İngiliz sefiri Sir James Porter ise, 1740’ların Türkiye’si için  şunları söylüyor: “Gerek İstanbul’da, gerekse imparatorluğun diğer şehirlerinde hüküm süren emniyet ve asayiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde ispat etmektedir ki, Türkler çok medeni insanlardır.”

DOSDOĞRUYDUK:

Fransız generallerden Comte de Bonneval ise, şu hükmü  veriyor:  “Haksızlık, murabahacılık [aşırı kâr koyma, tefecilik], inhisarcılık  [tekelcilik] ve hırsızlık gibi suçlar, Türkler arasında meçhuldür…

Öyle  bir dürüstlük gösterirler ki, insan, çok defa Türklerin  doğruluklarına  hayran kalır.”

HIRSIZLIK NEDİR BİLMEZDİK:

Fransız müellif Dr. Brayer, 1830’ların İstanbul’unu getiriyor önümüze: “Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul’da  her sene azami beş-altı hırsızlık vakası görülür.”

Ubicini, Dr. Brayer’i şöyle doğruluyor: “Bu muazzam payitahtta dükkâncılar,  namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye  gittikleri ve geceleri  evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık  vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyan olan Galata ile Beyoğlu’nda ise  hırsızlık ve cinayet vakaları olmadan gün geçmez.”

NAZİKTİK:

Edmondo de Amicis isimli İtalyan gezgini, yine 1880’lerin “biz”ini  anlatıyor bize: “İstanbul Türk halkı Avrupa’nın en nazik ve en kibar  insanlarıdır. Sokakta kavga enderdir. Kahkaha sesi, nadirattan  işitilir. O  kadar müsamahakârdırlar ki; ibadet saatlerinde bile camilerini gezebilir,  bizim kiliselerde gördüğünüz kolaylığın çok
fazlasını görürsünüz.”

CİHANA ÖRNEKTİK:

Türkiye Seyahatnâmesi’yle meşhur Du Loir’un 1650’lerdeki hükmü şöyle: “Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medeni  hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.”

Şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi, hayvanları, hatta bitkileri bile  kapsıyordu.

HAYATA KARŞI SAYGILIYDIK:

Bu konuda dilerseniz Elisee Recus’u dinleyelim, bize 1880’lerdeki halimizi anlatsın:
“Türklerdeki iyilik duygusu, hayvanları dahi kucaklamıştır. Birçok köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır… Türklerle Rumların karışık olarak  yaşadığı köylerde ise, bir evin hangi tarafa ait olduğunu kolaylıkla  anlayabilirsiniz. Eğer evin bacasında leylekler yuva yapmışsa, bilin ki o ev  bir Türk evidir.” (Küçük Asya, c. 9)

HAYIRSEVERDİK:

Comte de Marsigli’yi tekrar dinleyelim: “Yazın İstanbul’dan Sofya’ya giderken dağlardan anayol üzerine inmiş köylülerin, yolculara, bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum.”

Aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri kanaatindedir. Şöyle diyor: “Fakat şunu da ifade etmeliyim ki, bu dindarâne  hareketlerinde biraz fazla ileri gitmektedirler. İyiliklerini yalnız insan  cinsine hasretmekle kalmayıp, hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil  ederler.”

Bu tespiti, İslâm ve Türk düşmanı Avukat Guer misallendiriyor: “Türk şefkati, hayvanlara bile şamildir” dedikten sonra şu örneği zikrediyor:
“Hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. Bu adamlar, sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et dağıtırlar…
Sokaktaki  ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip  sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür…”

“Kaçık”lığın kaynağını da veriyor adam: “Birçokları da sırf azad etmek için  kuşbazlardan kuş satın alırlar. Bunu yapan bir Türk’e, bir gün, yaptığı işin  neye yaradığını sordum.
Küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: Allah’ın  rızasını tahsile (kazanmaya) yarar!

Ne dersiniz? Galiba, geçmişimizden uzaklaşmak, bize çok pahalıya patladı.

İşte sorulmaya değer ve cevaplanması elzem olan soru:

“Bizde, o zaman var olup da bugün olmayan nedir? Nasıl kaybettik? Nasıl  buluruz?”

 

Bilgi Kirliliği

İnsanlığın ilk dönemlerinde birikimler çeşitli şekil ve resimlerle karşı tarafa anlatılmaya çalışılıyordu. Yazının icadı birikim ve bilginin aktarılmasında bir dönüm noktası oldu. Artık uzun yıllar üzerinde çalışılarak elde edilen veriler sonraki nesillere iletilmek suretiyle o ana kadar edinilmiş verilerin üzerine yenileri eklenerek bir bilgi zinciri oluşturulabiliyordu. Bu da uygarlığın aynı yerde saymayıp sürekli gelişmesi ve ilerlemesini sağlıyordu.

Internet’in insanların hayatında yer almaya başlamasından önce bir konu hakkında yapılacak bir araştırmada başvurulacak en olası kaynak kütüphaneydi. Bu şekilde araştırma ile ilgili bilgilere kitaplar vasıtasıyla ulaşılabiliyordu. İnsanlar bu yöntemle kitaplarda ilgilendikleri konulara ait bilgileri diğerlerinin arasından seçip alabiliyordu.

Sözü edilen yöntem Internet ile birlikte değişime uğradı. Bundan böyle bir konu hakkında bilgi edinilmek istendiğinde Internet’te basit bir arama işlemi gerçekleştirmek yetiyor. Artık bilgiye ulaşmak için kütüphaneye gitmek gereksiz hale geldi. Bu hem zamandan hem de mekandan kazanç sağlayan büyük bir gelişme oldu.

Bütün bu değişim ilk bakışta tamamen yararlı gibi görünse de maalesef bazı istenmeyen sonuçların da ortaya çıkmasına neden oldu. Eski yöntem ile sadece ihtiyaç duyulan bilgiye erişilip gerektiği şekilde kullanılıyordu. Bu şekilde konu üzerinde araştırma yapan kişi de araştırma yaptığı konuya hakim olabiliyordu ve zamanla bir alanda uzmanlaşabiliyordu. Böylece araştırmasını yaparken bir yandan da kişisel gelişimine katkıda bulunuyordu.

Ne var ki günümüzde Internet ihtiyaçtan fazla bilgiyi insanların karşısına getiriyor. Adeta bir bilgi bombardımanı altında araştırmacı, ilgilendiği konu için lazım olan bilgileri seçmek durumunda kalıyor. Çok fazla olan bilgilerin içinden gerekli olanları tam anlamıyla ayıklamak için hepsini okumaya yetecek zaman bulunmadığı için kişiler üstün körü bir şekilde kaynaklardan gerekli bilgileri edinmeye çalışıyorlar. Neticede ortaya denizden avuçla alınmış küçük bir su birikintisi kalıyor. Bunun sonucunda ise belki de daha gerekli olan bilgiler gözden kaçmış olabiliyor. Aynı zamanda kişi ilgilendiği konu için bulduğu bilgileri tam olarak kavrayamayabiliyor çünkü o, zamanının çoğunu bulduklarını özümsemeye değil; fazlalıklarından arındırmaya çalışıyor.

Olaya bir başka boyuttan da yaklaşılabilir. Eski yöntemlerle edinilen bilgiler derlenerek bir araya getirilir ve daha önceki bilgilerin üzerine eklenirdi. Internet’ten edinilen bilgi daha çok okumak için kullanıldığı için kendisinden önceki bilgilerin tamamlayıcısı olma gibi bir özellik kazanamıyor. Çoğu zaman birkaç siteden edinilen bilgilerin bir araya getirilmesi kopyala yapıştır şeklinde olduğu için, birey kendi yorumlarını ya da tecrübelerini karıştırmıyor. Böylece önemli olan öğrenmek değil bir işi en kısa zamanda tamamlamak önemli oluyor.

Bu durumun bir diğer sakıncası ise bu anlayışla yetişen nesillerin araştırma merakından giderek uzaklaşmalarıdır. Çünkü talep edilen bilgiye kısa zamanda ulaşılmaktadır ancak bu ortaya yeni bir şey çıkarmamaktadır. Kütüphanelerde bulunan veriler bir yere yazılarak bir araya getirilir fakat Internet’te bulunan sonuçlar çabucak elenip uygun görülenleri kopyalanıp yapıştırılır. Bu yöntem anlık bir çözümdür ve yeni bir çalışma ortaya çıkarmaz. Bu da zamanla hep var olanların kullanılması ve yeni araştırmaların yapılmaması anlamına gelir. Hazıra alışmışken kimse zahmete girmek istemez. Böylece o alandaki gelişmeler zamanla yavaşlar ve hatta durur.

Teknoloji yararlarının yanında zararlarını da getirebiliyor. Yukarıda sözü edilen de böyle bir durum. Her şeyin olduğu gibi bilginin de fazlası zararlı olabiliyor. Geniş bir bilgi denizinde (bazıları hiçbir işe yaramayan gereksiz bilgiler de olabiliyor) insan rotasını şaşırabiliyor. Burada toplumun zamanla bu probleme bir çözüm bulabileceği ümidi göz ardı edilmemeli. Zamanla insanlık bu durumun kendisi için ne anlama geldiğini anlayıp bir çıkar yol bulabilir.

Güleriz Ağlanacak Halimize

Geçtiğimiz günlerde Türk Telekom nasıl olduysa ADSL fiyatlarında cazip bir indirim yaptı ve ve bizi 4096 kbps hızla tanıştırdı. Söz konusu indirim için cazip kelimesini kullanmamın amacı olayın gerçekten cazip olduğundan değil ama telekom yaptığı için şaşılacak derecede büyük olmasından kaynaklanmasıdır.

Türkiye’de bu alanda tekel olan bu kurumun bu derece bir indirime gitmesinin sebebini telekom altyapısını kullanan firmaların yaz kampanyasından rahatsız olarak rekabet kurumuna ve dolayısıyla da yargıya baş vurmuş olmaları şeklinde özetleyebiliriz. Sonuçta çıkan yargının durdurma kararıyla birlikte Türk Telekom, hem yeni bir kampanya başlattı hem de kendisinden hizmet aldıkları halde şikayetçi olan firmaları cezalandırmış oldu. Bu bir göz dağı olarak ta algılanabilir.

Sebep ve sonuçları ne olursa olsun şu anki durum en çok biz kullanıcılara yaradı. Böylece dünyanın en pahalı internetlerinden birini biraz daha ucuza kullanabiliyoruz. Fransa bütün sokaklarını 8 megabit ücretsiz wireless ağlarla donatırken (ki Fransızlar bu hızı oldukça düşük buluyorlarmış), Japonya çok cüzi bir ücretle 50 megabit bağlanırken yapılan bu indirime duyduğumuz sevincin etkisi biraz daha azalıyor tabi… Yine de sağolsun telekom bu hizmetin dünyadaki emsalleriyle kıyaslandığında en ucuzlar arasında olduğunu söyleyerek gülmekten karnımıza ağrılar girmesine neden oluyor ve sevincimizin tamamen yok olmasını engelliyor. İlahi telekom.

Gelişen dünyada hemen hemen her sektör doğrudan ya da dolaylı olarak interneti kullanıyor. Biz de kağnı hızıyla dünyaya bağlanıyoruz. Şimdi çoğu insan “ne var ki bu hızda işimi görebiliyorum” diyebilir ancak o insanlar bu hızdan daha yüksek hızların kendilerine neler getirdiğini bilmedikleri için böyle konuşuyorlar. Biz sorunsuz bir download yapmayı yeterli bulurken yurt dışında internetten tv kartı olmadan çok rahat bir şekilde televizyon seyredilebiliyor ki bunların bazıları yüksek çözünürlüklü. İndirmeye gerek kalmadan film seyredilebiliyor ve böylece aradığınız filmi dükkan dükkan sormak zorunda kalmıyorsunuz. Internet üzerinden parasını ödedikten sonra yasal yollardan film, oyun ya da benzeri içeriği satın alabiliyorsunuz. Bu durum bizdeki bu hızlarla üç beş gün sürer. Aynı kargo beklemek gibi bir durum ve işin anındalığı ortadan kayboluyor. Birde kotalı bağlantınız varsa işiniz gerçekten zor.

Anlamsız tekeller ve vergiler yüzünden cep telefonlarında 3. nesil hizmetleri alamıyoruz. Dünya neredeyse 4. nesile geçmek üzere… Umarız aynı durum internettede tekrarlanmaz herkesle aynı koşullara sahip olamazsak gelişen ve modernleşen bir Türkiye’den nasıl söz edilebilir. Maaleset tavşan ile kağlumbağanın yarışı her zaman masallardaki gibi bitmiyor.

DRM Bilmecesi

Son zamanlarda adı sıkça duyulmaya başlanan DRM ( Dijital Hak Yönetimi ) teknolojisi, getirdiği yeniliklerin yanında kafaları da karıştırmaya devam ediyor.

DRM, Microsoft’un sayısal içerikleri kontrol altına almak ve illegal şekilde kopyalanmasının önüne geçmek için geliştirdiği bir teknoloji olarak tanımlanabilir. Bu şekilde kullanıcılar ellerindeki içeriği çoğu zaman yedek almak için bille kopyalayamıyorlar. Bunun en çok kullanıldığı alanların başında wma dosyaları geliyor. WMA ya da Internet üzerinden satın alınan müzik dosyaları sadece ait olduğu bilgisayarda çalışabildiği için yedek te alınamamış oluyor.

Yeni nesil DVD formatları arasında Microsoft’un da desteklediği HD-DVD’lerde bu özellik kendini çok iyi belli ediyor. Kullanıcı bilgisayarında yedeklemek istediği dosyaları bu medyaya yazabiliyor fakat aynı medyanın bir yedeğini daha alamıyor.

Yeni nesil HD filmler uygun çıkışa sahip monitörlerle izlenebiliyor ama eğer ortada bir korsan durumu varsa monitör bunu anlayıp içeriği göstermeyebiliyor

Görüldüğü gibi adamlar yalnız yazılımsal değil donanımsal olarak ta işin üzerine eğiliyorlar…

Şimdi bu yukarıda yazılanlar biz kullanıcılar için ürkütücü gibi dursalarda endişe edecek bir şey yok. Microsoft’un büyük vaadlerle pazara sunduğu her teknoloji gibi bununda aşılmasının yolu bulundu. Nasıl olduğunu burada anlatmayacağım ama zaten biliyoruz Microsoft’un her güvenli dediği şey piyasaya sürüldükten sonra ortalama 48 saat içinde kırılıyor.

Bir de madalyonun öteki yüzü var. Dijital içeriği korumak için bu kadar çaba sarfeden Microsoft Live Messenger yazılımında kullanıcıların paylaşılan klasörler altında dosya takası yapabilmelerini kolaylaştırmak için elinden geleni yapmış. Ortadaki bu tutarsızlık herhalde gelişen ve ilerleyen LINUX karşısında Microsoft’un kullanıcıları küstürmemek için yaptığı bir hamle olarak algılanabilir.